Ömrüme Ömür…

Ömrümün üçte biri, 13 sene…

Şimdi 39 seneyi devirmiş biri olarak yazıyorum bu satırları. Belki sana yazıyorum belki okuyucuya ama aslında kendime. Çünkü insan yazarken öğrenirmiş. 13 senede dön başa anladığım şeyler oldu ama anlamak ve öğrenmek, bilmek ve hayata geçirmek başka şeyler, değil mi? Çok bilgili olabiliyor insan ama bilge olamıyor. Bilge olmak çıtır çıtır yanmayı gerektiriyor. İçim başka türlü çekse de olanı olduğu gibi kabule geçip bir de üzerine çay koyabileceği bir ateşte dönüştürmeli içini insan ve o demli çaydan ikram etmeli eşe dosta. Eşi dostu olmalı, severek paylaştığı, yüzüne hem çıtırdayan ateşin hem de kalbinin sıcaklığı yansımalı. Bilge olmak için mi geldim ulan! deyip tası tarağı atıp gidebilirsin de elbet ama kendinden kaçamazsın!

Ömür ne acayip şey… Bir kere Ö harfiyle başlıyor, alfabenin 19. Harfiyle. 19 özel sayıdır. Asaldır. Kendinden ve 1 den başka sayıya bölünmez. Öyle dikilir. 1 vardır içinde başlangıç, varlık, yaratıcılık, öze güven ve 9 vardır içinde bilgelik, bütünlük aşk, aşkla hizmet, sanat. İkisi bir araya gelince ben ve bütün der 19, benin ve bütünün hayrına yaşa. 1 ve 9’u toplayınca 10 gelir. 10 sistem demektir. 10101010… böyle yazılır programlar, var-yok, var-yok, var-yok, kalp böyle atar aç-kapa, aç-kapa, aç-kapa… ve hayat bu dualite üzerinedir var ve yok, pozitif-negatif, erkek ve kadın, gündüz ve gece…

Benin ve bütünün hayrına der ömür, beni öyle yaşayacaksın! Ömür’ün hem ilk harfi hem de ifadesi 19’dur. Sesli harflerin toplamı 9’u, sessiz harflerin toplamı 10’u gösterir. Hepsinin toplamı 19’u. Tamam der ömür, bu senin hayatın ama biz için yaşayacaksın. Tek başına tekamül edemez, tek başına titreşim yükseltemezsin. Biz derken kendini kurban değil aşktan ilham alan bir sanatçı kılacaksın. Bizin ilhamı senin biricikliğinden, ömründen akacak. Bunu sen yapmazsan kimse yapamaz. Senin biricikliğini kimse buraya, hayata aktaramaz. Gücünü yine bu biriciklikten alacak ve onun senin değil Tanrı’nın iradesi olduğunu hatırlayacaksın.

Zor mu geldi?

19’u gördüğümüzde biliriz ki özetle şunu söyler “ya şikayet edersin, ya tekamül” tercih senin. 19 Mayıs 1919’da, 18 kişi artı Mustafa Kemal yani 19 kişi ile başladı Kurtuluş Savaşı. 19’ların yeri büyüktür biraz araştırırsan tarihimizde. Ve ne kadar ilginç ki bugün 07.11.2017’nin toplamı da 19…

Bazen zor geliyor ömür… Bırakıp gitmek istiyor insan. Yok yanlış anlama, öyle her zaman ömrü bırakıp gitmeler gelmiyor belki ama birinin ellerine teslim edesin de senin yerine senin şu biricik kıymetli ömrüne iyi baksınlar isteyiveriyorsun. Bu eşin olur, annen, baban, sevdiceğin, yavrucağın olur. Bazen de çok sevgili dostun, arkadaşın, öğretmenin ve hatta öğrencin, asistanın, komşun olur. Benim yerime benim yaralarımı sarar mısın bi zahmet bana zor geldi de deyiveriyor insan. Elbette kalmadıysa ya da hanende azaldıysa bir tutam huzur almaya, gülümseme ile ısınmaya, bır sarılma, kucaklaşma ile pilini az doldurup güzel bir ara gazıyla yoluna devam etmeye git komşuna, aç kalbini bak yaralarım deyiver. Ama önünde sonunda evine döndüğünde ve başını yastığa koyduğunda bu ömür senin, kaçarı yok. Ha bırakıp kaçarsan da o muhteşem metamorfozu görmekten, yaşamaktan alıkoyarsan kendini bil ki nasıl büyük bir nimeti esirgedin kendinden. Kendini hayattan ve bizden esirgediğin gibi hayatı da çok gördün kendine…

Karamsarlığa kapılmış bir yazı değil bu. Şikayet edeceğine ve hani çok kıymet verip nereye koyacağına karar veremediğin bu ömrü al da hakettiği parlaklığı sun ona diye yazıyorum. Ne yapıyor olduğun değil bir şey yapıyor ve iyi hissediyor olman önemli öncelikle ve tabii ki de niyetin: Benin ve bütünün yüksek hayrına!

İşte o zaman yaratıcılık dediğimiz aslında olumlu tezahürü kastettiğimiz yola girmiş oluyoruz. Yaratcılık her an var. Her an bir şeyler tezahür ediyor. Sen olumlu isen olumlu tezahürün parçası oluyorsun, olumsuz isen kendini gölgeye atıyor isen şüphesiz olumsuz herşey…

Olumlu ve olumsuz nedir peki?

Bunu da sen ayırt edeceksin maalesef. Genel geçer siyah beyazları bırak bir kenara ve öyle kullan zekanı. Bu senin ömrün ve kendine, çevrene zarar vermediğin sürece hayatını zenginleştirmek, harama yani tehlikeye bulaşmadığın sürece menfaat ve şehvetten nasibini almak ömrünün armağanı… Neyin haram yani tehlike olduğunu ayırt etmek senin işin. Herkesin dozu dozajı farklıdır şüphesiz. Zaten ilaç ile zehri ayıran şey de dozajı değil mi? Yoga nasıl da şifalı ama sürekli asana çalışır, kaslarını haddinden fazla yorar, yenilenmesi için onları dinlendirmez, bir yerin acı ile sinyal verdiği halde onu dinlemez üstüne gidersen sakatlanırsın, zehir olur. Dozu dozajı önemlidir. Ya da şarap kötüdür, içki kötülüklerin anasıdır değil mi?! Ama ilaçtır, meydir, aşktır dozunu bilene… Peki ya tütün, sigara içen insan ikinci sınıf sayılıyor şimdilerde… Ama biliyor musun, bir Dede’yi ziyarete gitmiştim, fosur fosur sigara içiyordu, nasıl olur dedim nasıl olur da böyle ters bir şey yaparsınız ruha, öze, aşka… O da cevap olarak, içmeyip küfredeceğime içip şükrederim daha iyi, demişti. Ne demek istediğini anlamam için yıllar geçti. Bu söz içimde demlendi de demlendi… Meğer yargılayıp zehir akıtacağıma, zehir içer sevgi veririm dermiş. Benim demliğimden süzülen bu oldu belki senden başka aromalar tüter, hepimize şifa, ilham olur.

10 sistem yazar evet… Aynı şeyleri tekrar etmekten, kendini tekrar etmekten sakın der ama… Alışkanlıklar, rutinlerden aynı türde beklentilerden çık…. Hayatında en az 1 tane yenilik olsun. Şaşırt kendini ömrüne ömür kat. Bir adım daha atsan çölden çıkacaksın belki, bir söz daha bıraksan zincirlerin boşanacak, bir sefer susup dinlesen göreceksin, hiç gitmediğin o yere gitsen bulacaksın… Evinin yolunu bile değiştirsen ilham alacaksın. Gitmediğin yerden git, bakmadığın yerden bak, dinlemediğini duy, sormadığını sor, yapmadığını yap. Benin ve bütünün hayrına ömrüne ömür kat!

Bugün seninle tanışalı 13 sene oldu. Bana çok şey kattın, ömrüme… Bazen öldürmeyen güçlendiriyor dedim bazen benim yerime sen taşı istedim. Bazen de benimki yerine seninkini taşıyayım benimkinden muhaf kalayım diledim. Ama ömür bu, birbirine katılıyor da birbirinin yerine yaşanmıyor.

Doğru olmak için tutunduğum siyahlarımı da yıktın, duru olmak için asla bırakmayacağım beyazlarımı da. Aslında bile isteye değil de sadece varlığınla bana hep sarınacak kumaşa gerek olmadığını hatırlattın. Hatta belki de bunu sen değil seninle birlikte geçen yıllarım yaptı. Ömrümün üçte biri bana bunları kattı… Ve ben ömrüm yerine yine sana methiyeler düzmeye daha meyilliyim. Oysa seni de seçerek ömrüme ömür katan, şikayet etmek yerine adım atarak ilerlemeyi, tekamül evresinde olmayı benimseyen sadece benim. Bana ettiğin aynalık da, ustalık, yoldaşlık da benden doğuyor yine..

Eh zaten,

Benden bana her ne varsa, kalpten kalbe eğer nasipse…

Fotoğraf sanatçısı Aneta Ivanova (çifte pozlama)

M. Elif İşcan / 07.11.2017-Ankara

 

5 comments

  1. Emeginizi saglık ….Çok güzel bir yazı çokmuş… kendimden çok şey buldugumu hissettim yazınızda…

  2. super olmus gene Elif,iyiki varsin guzel yurekli guzel vahsi ruh,ilham veriyorsun,tekamul denen seye inanmak gerek dimi butunun askina,.?
    sevgilerimle

  3. Bugün 19 Şubat.sizi kesfettigim gün. Sozlerinizden çok şey aldım kendime helal edin. İcerimden okudum. Emeğinize sağlık 👏👏👏

Yorum bırakın