19, tekamül evresi…

bandırma vapuruUzun zaman oldu yazmadım, yazamadım… Yapılacak, zevkle yapılacak öyle çok şey var ki… Youtube’da yeni yoga dersleri yayınlamak, blogda yaşadığım onca kalbi deneyimi paylaşmak… Bir de 2014 sonunda giriştiğim kitap yazma halini sürdürmek, onu bir ürün olarak sunmak için gereken neyse yapmak…

Dün refleksoloji yapmaya gittiğim çok sevdiğim dostlarımdan biri (zaten bir çoğu benim için bir noktadan sonra aile ferdi gibi oluyor) çok sevdiğim Özlem’le sohbet ederken, yapacak çok şeyim var ama olmuyor dediğimde. “Boşluk” dedi. “Boşluğa ihtiyacımız var. Havanın çoğu boşluk, bedenin çoğu boşluk… Onu fark ederek yaşamaya ihtiyacımız var ki yaşam olsun!” Allahım, güzel Allahım bu işler hep böyle, kalpten kalbe… benden bana! Bildiğim şeyleri unutup da kendimi sıkıştırdığım her vakit bir ben çıkıp bana hatırlatıyor ya yaşam mucizesini, bilgeliğini… çok seviniyorum çok…  Bir çok kez bana kendi yaşamlarına ilham olduğum için teşekkür edene diyorum ki bugün ben sana, yarın sen bana.. aslında her şey hep “benden bana!” Şimdi bir boşluk fark edip zevkle yazasım var, 19’la ilgili ve şu sürede yaşadıklarıma dair.

Bir önceki halinden daha iyi olmaktır tekamül!

Tekamülün sonu yok, dönüp dolaşıp çalışmadığımız yerden çıkası var karşımıza, ya da çok iyi bildiğimiz, hallettiğimizi düşündüğmüz binbir konuda yeni yüzler edinip gelesi var… Bitmez bir şey erginleşme denen kemikten göze yansıyan bilgelik yolu…

19 Mart günü hayatımda ilk kez Samsun’a gittim. Otobüsle gitsem yeni diyarlar göreceğim aklıma gelmedi, uçak biletini almış bulundum. Bu sayede denizden karaya, Çarşamba havalimanına iniş yaptık, sahili aydınlatan ışıklar içinde. Evet Bandırma Vapuru ile değildi, ama denizden geldim Samsun’a…

Biliyorsunuz artık benim adım Muzaffer Elif, rahmetli babaannemin adı. Çocukken pek telaffuz etmediğim, bir nokta ile durdurulmuş ön harf olarak yerini alan bir M idi, yoklama listelerinde. Babamın beni “anamın adı ağzımın tadı” diye sevmesinin dışında bir de 30 Ağustos’ta kimsenin bilediği bir coşku olurdu içimde. Muzaffer orduların adaşı olmak!

Muzaffer babaannemin babası Mustafa Kemal ile Selanik’te mahalle arkadaşıymış, kurtuluş savaşı zamanı da ilişkileri sürmüş, çok detayını bilmiyorum ama öğrensem iyi olur. Babamın Rıza dedesi ise Atatürk’ü Ankara’da karşılayan Seymenlerden imiş. Hatta amcalarımın söylediğine göre ki şimdi sere serpe uzanıp kitap okuyup, köpeklerimizi gezdirdiğimiz, çocukları saldığımız, mini piknikler yaptığımız, havalar ısındı mı oturacak yer bulmak da zorlandığımız, biricik mesire yerimiz, çakma ama çok değerli, central parkımız Seymenler ‘deki atı şaha kalkmış heykeli işte bu Rıza dedemizin resminden esinlenerek yapmışlar. Eh! atalarımız olmayaydı değil seymenler parkı diye bir parkta evimizin önünde böyle toplanabilir miydik acaba??!

19 tekamülün sayısıdır. En ilkel olandan en bilgeye yolculuktur. İkisi de yan yana durur. En ilkel var olma hakkından her şeyin bir ve bütün olduğuna dair aşkla hizmetin idrakine uzanan bilgelik yolu. Arada dengeli işbirliği, duyarlı bir ifade, istikrarlı bir kalp arzusu, dürüst bir özgürlük ifadesi, bütünü görmek, kendini ve sistemin işleyişini idrak etmek gibi önemli evrensel yasalar barındırır. Tüm bunlar en mükemmel şekilde olmayabilir 19’da… Biraz fazla hızlıdır herşey ama 19 tekamüldür, metamorfoz şeklinde, hızlı biraz!

İlk defa ve 19 Mart’ta gittiğim Samsun’da beni karşılayan Canan ve Eser idi. Canan biricik can öğrencim, arkadaşım, kardeş ve haldaşım, Eser ise Hayal Atölyesinin sahibi, 19 Mayıs Üniversitesi Veteriner Hekimlik Fakültesinde öğretim görevlisi bir dreamer. Beni havalimanından almaya gelip de söylemesi ayıp doğruca enfes pideler yemeğe götürdüklerinde içimde sebebini bilmediğim büyük bir sevinç ve heyecan vardı. Ya ben fazla anlam yüklüyorum yaşadıklarıma ya da hakikaten çok anlamlı olan yaşamda şaşkınlığım durmuyor bir türlü. Bu ikisi arasında bilmekle bilmemeyi bir tutan delilerden olmayı seçiyorum çoğunlukla 🙂

Kendi kendime Elif İşcan Samsun çıkartması adını verdiğim bu yolculukta onlar da bana kurmaylar olarak eşlik etmeye sevinçliydiler. Eser’le yeni tanışıyorduk ama sanki çok eskilere uzanan bir bağımız vardı. Bir ortak ruh belki de. Zaten kaç kişi bir yandan üniversitede öğretim görevlisi iken bir yandan da adına Hayal Atölyesi dediği, hayale sığmayacak güzelliği bir araya getirmek için büyük bir mücadele verir. Üstelik de bunu sanata ve kendilerine, özlerindeki kudrete inanan gençleri mutlu etmek için yapan, cebine kuruş koyma kaygısı taşımayan kaç kişi vardır. Bırakın Samsun’u, ülkede, dünyada kaç kişi vardır? İşte Eser Akal böyle bir adammış. Gördüm, tanıdım. Onur duydum, bana da atölyesinde hayalimi yaşamama ve hayallerimizi yaşamaya dair ilham barındıran masallarla yoga atölyelerimi yapmaya fırsat verdiği için.

Elbette ki kendi masalımı yaşamaya da devam ediyordum. Bu masal 19 Mart gününün son saatlerinde sonraki günlere bırakılmaması gereken bir ziyaret barındırıyormuş. Bunu benden daha iyi bilen Eser, bizi doğruca Kurtuluş yoluna götürdü. Atatürk’ün arkadaşlarıyla Bandırma vapuru ile Samsun’a çıkışı ve onu karşılayanların temsilini yaptıkları bir yer, bir liman, Kurutuluş Yolu. Mustafa Kemal ve 18 arkadaşı ki toplam da 19 eder 🙂 onları temsil eden mumya heykeller ile o yol boyunca camekanların içinde tek sıra dizilmiş karşılayanları simgeleyen diğer mumya heykeller. Kimi kayıkçı kimi esnaf çok değerli Samsun halkından bir kaçı. İşte onlardan biri de Yusuf Akal imiş… Eser’in dedesi! Bildiğin benziyor dedesine!!! Eh! dedim pes doğrusu! Benim dedelerden bahsettim ona… Bir yerde kurtuluş mücadelesi ruhunu yaşayan dedelerin torunları hayallerinin peşinden giden ruhlar olarak karşılaşıyoruz işte! Ne rüya ama :)Ertesi gün Bandırma Vapurunu da ziyaret ettik. O yaşanmışlıkların kokusunu, ruhunu hissetmekten olsa gerek “Kemiklerin üzerine şarkı söylemek” atölyemi ve “sihirli fasulyeler” masalı üzerinden anlattığım kök çakra ve ata ruhunu Havza, Amasra, Erzurum ve Sivas’ta da yapasım, Ankara’ya öyle dönesim geldi!

Harika bir hafta sonu, çok değerli gençlerle tanışmak, birbirimize ilham olduğumuz atölyeler yapmış olmak ve İstanbul’dan, Ankara’dan gelen her biri sıcacık dostluğa dönen öğrencilerimle hiç bilmediğimiz bir şehirde harika ağırlanmakla geçti. Dönüş yolunda fotoğraflarımızı paylaştığımız whatsapp grubuna “hoşça kalın her şey çok nefisti” diye mesajlar yazarken saatin 19:19 olduğunu görmekse yine şaşkınlık uyandırıcı, masal gibi olan yaşama gülümseten bir an oldu.

Muzaffer Elif’ için “Ya istiklal, ya ölüm!” Yurtta ve dünyada barışın bireysel uyanışla gerçekleşeceğine dair inancını pekiştirdiği için daha önce hiç olmadığı kadar anlamlıydı artık.

Kalbin erdemlerine dayalı en ilkel yaşamımı sürdürebilmektir isitiklal benim için!

İlkel olanı yaşatmak ulvi olanın yaşaması için zemin bırakmaktır. Yoksa sunileşir ve yok oluruz.

Elbette içinde yaşadığımız doğa da vahşi ruhunu kaybeder ve şimdi olduğu gibi sunileşerek yok olursa bizler de onunla birlikte yok olacağız.

Bizler doğayız.

Doğada yaşamayı “başaran” dünya dışı varlıklar değiliz!

Bizler nereden geldiğini çok çok çabuk unutan çiğ süt emmiş, vicdanı noksan ilkel çocuklarız maalesef. Nasibimizi aldığımız yere sırtımızı rahatça döner ve oyun oynamaya devam eder, canımız acımadıkça anamızın yanına dönmez, atamıza bakmayı akıl etmeyiz! Oysa ki geldiğimiz yeri, toğrağa, cana, vatana, suya, orman ve ağaca, kuşa ve tohuma kıymet veren atamızı, anamızı hatırlasak özümüze döner, cennetimize sahip çıkar, evrende bir küçük noktadan da küçük ama bizim için koca bir küre olan vatan dünyamızda olabilecek en insani duygu olan şefkat ile yaşarız.

Samsun’a armağanlarla gitmiştim. Paylaşımlarım her daim olduğu gibi yine kalbimdendi. Bu yolculuk her diğeri gibi bana da hediyeler verdi. Bunlardan biri de 5000 yıllık bir davul solo ile yatılan rüya terapisi idi. Maya diyarının Şaman bilgeliği… Bana bu yolculuğu getiren sevgili, biricik Gülnaz’a, bu yolculuk ve bilgelik yolu hakkında araştırmalar yaparak ulaşılabilir kılan Banu Ünveren’e kalp dolusu teşekkür! Bu konu hakkında çıkacak kitabını da büyük bir heyecanla bekliyoruz Banu’nun, eli kulağında müjdesini de buradan vereyim 🙂

Bu drum solo ile yatılan yarı uyanık rüya aleminde, özümü hatırlamam için bana görünmeyi seçen bir beyaz kurt ve geyik aracılığıyla bende bir şeyler oluyor ve Allah’tan bu deneyimleri yaşayan sadece ben değilim. İçimizde, özlerimizde öyle güçlü aktivistler, şifacılar, rehberler var ki tek ihtiyacımız onları hatırlamak. Özgür, doğal, kendiliğinden olan, özüne ve doğaya saygılı kodların varlığını onurlandırmak bizim görevimiz. Özümüzle bağ kurmak ve onu yaşamak! Kam ya da şaman adına ne dersen de Buket Uzuner “Su” adlı kitabında onları dünyanın ilk çevrecisi ve organik şifacısı olarak tanımlıyor özetle. Yazara ve araştırmalarına göre dünya bu şamanların, Kam’ların Otacı ve Ozan’ların yüzü suyu hürmetine hala ayakta diyebiliyor, romandaki Sahaf Semahat karakterinin ağzından. Mesela Yunus…

Yunus Emre’yi ziyaret edeniniz oldu mu bilmem? Benim rüyalarımdan biri de ona gitmekti. 1 Nisan doğumlu canım Özlem ve Emrah’ın doğum günlerini birlikte kutlarken yıllardır ertelediğimiz ziyaret için ihtiyaç duyduğumuz motivasyonu Athena Gökhan ve Mazhar Alanson’un söylediği “Adımız Miskindir Bizim” şarkısında bulduk. 2 gün sonra 3 Nisan’da da kendimizi Yunus’un yanında bulduk. Ne tesadüftür ki arabayı parka girdiğinde çalan şarkı aynıydı…

Adımız miskindir bizim, Düşmanımız kindir bizim,  Biz kimseye kin tutmayız, Kamu alem birdir bize…

Diğer gönül ehli muhteremlerden farkı Yunus’un Sarıköy’deki mezarının açık havada ve olabilecek en sade halinde duruyor olmasıydı. Tabii ki mezarını taşıdıktan sonra ona da mermerden mezar taşı ve özel olduğunu yaşatacak düzenlemeler yapmışlar. Ancak onu bu kadar özel ve bizden kılan, Bizim Yunus yapan eşsiz doğallığı ve sahici mütevaziliği her yerden fışkırıyordu yine. Umarım gidip yerinde görürsünüz.

Her yerin sarı çiçeklerle kaplı olması da bir diğer masal detayıydı bizim için. Bizim için o sormuştu nasıl olsa bu çiçeğin anası babası var mıydı? Onun güzelliğini görüp takdir edecek biri olmadan dahi bir çiçek olarak kısa bir ömür var olup sonra hiçliğe kavuşmanın anlamı var mıydı?

Bir yanda bomba patlarken diğer yanda baharlar açıyorsa hala elbette vardı. Dünyanın anlamı bu kutuplarda gizli bir hazineydi görmeyi bilene…Yeri ve göğü, aydınlık ve karanlığı bir görüp yine de çiçek diyen her gönül ehlinin anlatmak istediği yine buydu!!!

19 Mayıs 1919’da karanlığı ve aydınlığı bir edip yola çıkan 19 adamın hayalleri vardı. Bataklıktan bir orman, unutulmaya yüz tutmuş tohumlardan meyve bahçeleri kurmak… Bu hayallere sahip diğer rüya kurucular ve ömrünü bu rüyaya armağan eden gençler, bağrına taş basan nineler, eşler ve analar ile kuruldu bu cumhuriyet hayali…

Hayaldi henüz Samsun’a çıkıldığında ama gerçek oldu.

Kadınlar’a medeniyetin diğer kolu olma hakkı tanındı, dünyada örneği yoktu!!

Köylüye halkın efendisi ünvanı, tarıma ve hayvancılığa, doğanın işleyişine görülmemiş kıymet verildi.

19 hızlıdır biraz.  O yüzden öncelik gönül almaya verilmiştir, gönlü okyanus olan miskinlerce bize öğüt!

 

Şöyle bir göz attım da yazıya, hem çok ilkel hem de çok bilge… hem yan yana getiremediğim cümleler hem de bir solukta akan kalp sözleri… işte 19! hem ilkel hem kalbi… bu ikisi arasında bir denge kurabilmektir tekamül. Olduğu kadar işte! Zorla da olmaz ki erginleşme 🙂

 

Yerle gök, ilkel ve semavi olan ben arasındaki sahici bağ, sevgidir.

Asil kan arıyorsan kendinde doğanı yaşamak için yaşatmaya yükümlü olduğun şeyin doğanın kendisi olduğunu hatırlamaya ihtiyacın var!

Güzel giysiler mi alacaksın, önce bedenine nasıl davrandığına bir bak. Otel mi kuracaksın? Kimleri yuvalarından edecek, hangi kuşları kaçıracak, doğayı ne kadar koruyacaksın önce ona bak! Ev mi alacaksın? Gökdelen olmasın toprağa bakan olsun! Dükkan mı tutacaksın saksısında çiçeği olsun, terasın mı var bırak senin de bir maydanozun, rokan elinin altında bulunsun. Suyunu harcama olmadık yere, köyüne hes, toprağına nükleer mi dikecekler?? Ardında kuruyan toprak ve facia faturasıyla, kanma yalanlarına! Sahip çık tohumuna! O vakit sahip çıkarız her daim genç ruhumuza!!!

Gençler aklımızdaki binbir güzellik tam kalbimizden taşıyor yüzümüze… sağlam kafa sağlam vücutta bulunur, dikkat edelim yediğimize içtiğimize ve en önemlisi eskilerin deyimiyle riyazet edelim, bedenimizi eğitelim. En ilkel olan bedenimizle bağımızı güçlü kuralım ki gerçek doğamızı hatırlamak için geçiş yeri, bir araç görevini gerçekleştirsin!

Eline, beline, diline sahip çıkan, karanlığını ve aydınlığını bir eden, ata ruhunu onurlandıran dünya canlıları olarak izin verelim ne kadar çiçeğimiz varsa açılsın… Bir göz kırpımı gerçek sevgi anının birliğidir bizi bir arada tutan!

19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun

 

ps: biraz boşlukta yazasım geldi… daha dolduracak çok paragraf var… dilerim boşlukları senin kalbinde dolar ❤

 

 

 

1 comments

Yorum bırakın